HALİD LEM’İ ATLI

1869 - 25.11.1945

 

            1869 yılında İstanbul, Üsküdar’ın Sultantepe mahallesinde doğdu. Babası İbrahim Hakkı Bey, annesi ve Dilber Hanım’dır. Doğumundan bir hafta sonra annesi öldü. Ablası tarafından büyütülmeye başlandı. Bir süre sonra da, ablası Fatih Belediyesinde muhasebe bölümünde çalışan Şefik Bey ile evlendi. Böylece Süleymaniye semtindeki bir evde yaşamaya başladılar. Lem’i Bey iki yaşında iken de bu defa babasını kaybetti. Bu noktadan sona ablası ve eniştesi onun iyi bir şekilde yetişmesine özen gösterdiler. Zamanı gelince onu Tezgahçılar İlkokuluna gönderdiler. Lem’i Atlı bu okulu bitirdikten sonra  Fatih Askeri Rüşdiyesi’ne kaydoldu. Askeri Rüşdiye yıllarında okul cami’sinde okuduğu ezan ile dikkatleri çekti. Bir taraftan da İskender Hoca isimli birinden Türkçe ve Arapça, İtalyan bir bayandan da Fransızca öğreniyordu. Bir sebeple Askeri Rüşdiye’den ayrıldı ve Soğukçeşme Rüşdiyesi’ne yazdırıldı. Aynı okulda okuyan Subhi Ezgi ile olan arkadaşlıkları bu okulda başladı. 1887 yılında bu okuldan mezun olan Lem’i Atlı “Mülkiye Mektebi”ne kaydoldu ise de bu okulu bitiremedi.

            Bu yıllarda musıkiyi çok seven ve evinde sürekli müzik toplantıları yapan eniştesi Şefik Bey, Lem’i Atlı’yı da bu toplantılarda bulunduruyordu. Sesinin güzelliği ile tanınan Lem’i Bey, toplantılara katılan ve eniştesinin yakın arkadaşı olan Beylikçi-zade Sadık Bey’in aracılığıyla Hafız Yusuf Efendi’den ders almaya başladı. Bu dersler sonucunda repertuarını ve tavrını geliştiren Lem’i Bey, toplantılarda okuduğu eserler ile de, herkesi etkiliyordu. 1883 yılında eniştesinin evinde yapılan bir toplantıya Hacı Arif Bey, Lem’i Bey’i dinlemek üzere davet edildi. Belirlenen günde büyük bestekâr geldi. Hacı Arif Bey, ondan bir şarkı okumasını istedi. Santuri Ethem’in eşliğinde Hacı Arif Bey’in Muhayyer şarkısı “Humârı yok bozulmaz meclis-i meyhâne-i aşkın„ şarkısını okuyan Lem’i Bey’i Hacı Arif Bey çok beğendi. Hatta şarkının sonuda yapmış olduğu nağme için: “Aferin evladım, bir ufak nağme ile şarkıyı daha güzelleştirip, ışıklandırmışsın, inşallah zamanın en yüksek bestekârı olacaksın„ diyerek onu teşvik etti.

            Büyük üstad 1885 yılında, ölümüne kadar Lem’i Bey’e ders verdi. Lem’i Bey bu derslerden üslub ve anlayış olarak hayatı boyunca taşıyacağı izler edindi.

            Daha sonraki yıllarda da devam eden musıki toplantılarına katılan Lem’i Bey, okuduğu eserlerle ve sesinin güzelliği ile, bu toplantıların aranan kişilerinden biri oldu. Hanende Ali Bey, Bolahenk Nuri Bey, Hacı Faik Bey, Hacı Kirami Bey, Hanende Nedim Bey gibi zamanının önde gelen üstadlarından da birçok eser geçti ve kendisini geliştirdi. Yine dönemin ünlü bestekârı, Dede Efendi’nin torunu Rıfat Bey ile de çok yakınlığı olan Lem’i Bey ondan da yararlandı.

            Lem’i Bey 1889 yılında “Dahiliye Nezareti Mektubi Kalem’i”nde memuriyete başladı. Bir yandan da “Resmi Gazete„ de yazarlık yapan Lem’i Bey ilk şarkısı olan Karcığar, Ağır Aksak usulündeki “Hüsnüne etvâr-ı nâzın şân senin„ güfteli eserini besteledi. Lem’i Bey, adını ölümsüzleştirecek bestekârlık hayatına böylece başlamış oldu.

            Aynı yıl güzel bir rastlantı sonucu, hayatı boyunca saygı ve minnetle anacağı Mahmud Celâleddin Paşa ile tanıştı. Bu  tanışma şöyle olmuştur: Mahmud Celâleddin Paşa bir yaz gecesi yalısının balkonunda yardımcısı Nazım Bey’e yeni bir şarkısını öğretiyordu. Lavta çalan Nazım Bey eserin bazı yerlerini Paşa birçok defa tekrarlamasına rağmen bir türlü ne sesi, ne de sazıyla seslendiremiyordu. O sırada arkadaşları ile sandal gezisi yapan Lem’i Bey yalının önünden geçerken bu durumu farketti. Hemen sandalı durdurup yapılan çalışmayı baştan sona dinledi ve bir süre sonra da eseri kusursuz şekilde baştan sona okudu. Bunu duyan Mahmud Celâleddin Paşa hayretler içinde kalarak hemen adamlarını gönderdi ve Lem’i Bey’i yanına getirtti. Paşa o tarihten sonra Lem’i Bey ile olan dostluğunu hayatının sonuna kadar sürdürdü ve Lem’i Bey’i her zaman takdir ve teşvik etti. İkinci eseri olan ve sözlerini  Mahmud Celâleddin Paşa’nın yazdığı Hicazkâr “Pembelikle imticâz etmiş tenin„ şarkısını besteledi. Şarkısını nasıl bestelediğini Lem’i Bey şöyle anlatıyor: “O tarihlerde henüz 22 yaşlarında idim. Devrin Bayındırlık Bakanı Mahmud Celâleddin Paşa’nın Kuzguncuk’daki yalısında yaz geceleri fasıl musıkisi yapıyoruz. Paşa ne zaman bir şarkı güftesi hazırlasa ertesi gün mutlaka bizi davet eder, fakat yalıya gelinceye kadar sabredemediğinden, vapurun vükelâya ait yan kamarasına girer hepimizi etrafına toplayıp şarkı güftesini yüksek sesle okurdu. Yine böyle bir akşamdı. Beni yanına çağırdı, hemen gittim. Yan kamaraya yerleşince Paşa cebinden bir kağıt çıkararak ünlü güftesini okumaya başladı.

                       

Pembelikle imtizâc etmiş tenin

                        Sîme ya kâfûra benzer gerdenin

                        Ben siyah pırlanta zannettim benin

Görmedim cânânım emsâlin senin

           

Paşa’nın, Canân isimli bir cariyesi ile fazlaca ilgilendiği benim de kulağıma çalınmıştı.  Bu güfteyi belli ki Canân’ı için yazmıştı. Güftenin okunması bitince yüzüme baktı ve

–Haydi Lem’i Bey göreyim seni. Yarına kadar bu şarkıyı güzel bestele, dedi. Temennayı basıp ayrıldım. Ertesi güne kadar kim sabreder? Doğruca Köprü Gazinosu’na gittim. İki saate varmadan besteyi bitirdim. Akşam vapur dönüşü karşısına çıkıp

─ Paşam beste hazır!

deyince şaşa kaldı. Şarkıyı yan kamarada ağır ağır geçtim. Ertesi sabah bir de ne bakayım. Paşa’nın ağası elinde pırlantalı bir altın sigara tabakası beni arıyor.”

            Mahmud Celâleddin Paşa’nın, Lem’i Bey’in sesine meftun olduğu da günümüze gelen bilgiler arasındadır. “ Lem’i Bey, sen Külhanbeyi Hüseyin Dede’nin boş bıraktığı yeri doldurdun” diyerek, ona olan hayranlığını ifade etmiştir. Dellâl-zade İsmail Efendi, Külhanbeyi Hüseyin Dede için “ Bir besteyi yaptıktan sonra ilkin Hüseyin Dede’ye geçmeli ondan dinledikten sonra onun tavrında söylemeli” demiştir. Yine Lem’i Atlı’nın gençlik yıllarında yaşamış olduğu şu olay da onun sesinin ne kadar etkileyici olduğu konusunda bize fikir vermektedir. Bir gün Lem’i Bey, yanında Tanburi Raşit ve Mızıka- Hümayun’dan Baha Bey ile Sultansuyu’ndan dönerlerken dönemin ünlü neyzeni Aziz Dede, büyüleyeci bir Segâh taksim yapıyormuş. Aziz Dede’nin taksimine bir gazelle karşılık veren Lem’ i Bey Aziz Dede’yi sesiyle mest etmiş. O günden sonra, Aziz Dede her gittiği yerde bu olayı anlatarak Lem’i Bey’in sesinin güzelliğinden bahsederek onu övmüştür.

            Yapmış olduğu bu iki şarkı ve “Boğaziçi Bülbülü„ ünvanını alacak kadar etkili bir sese sahib olan Lem’i Bey, artık İstanbul’un en güzel musıki meclislerinde kendine yer edinmişti. Büyük bir zevkin ve asil bir üslubun ürünü olan besteleri peşpeşe gelmeye başladı.

            1895 yılında çok değer verdiği Dahiliye Nazırı Reşid Mümtaz Paşa’nın mühürdarı olarak Bursa’ya gitti. Bursa’da kaldığı süre içinde de musıki çalışmalarına sürdürdü. Hicâz “Sorulmasın bana ye’sim garîk-i hicrânım„ şarkısını burada yaptı ve musıki çevresince çok beğenildi. Lem’i Bey, aynı yıl  içinde İstanbul’a geri döndü. 10 yıl boyunca Kanlıca ve Rumeli  Hisarında oturdu. Bu süre içinde İstanbul’un ileri gelenlerinin bulunduğu musıki toplantılarına devam etti ve en güzel şarkılarını besteleyerek, musıki alemine sundu.

            1907’de Resmi Gazeteden ayrıldı ve kendisine daha çok zaman ayırmaya başladı. 1932-1933 yılları arasında İzmir Deniz Ticaret Müdürlüğü’ne atandı. İzmir’de kaldığı süre içinde İstanbul’daki ortamından uzaklaşmış olmanın sıkıntılarını yaşadı. Bu dönemde Türkiye’nin en önde gelen bestekârlarından biri olarak kabul ediliyor, şarkıları radyolarda sürekli icra ediliyordu. Artık 76 yaşlarına gelmişti. üç evlilik yapmıştu. İlki çok kısa sürmüş idi. İkincisi müslümanlığı kabul etmiş bir Rum kızı idi, fakat dönemin doktor paşalarından birine kaçmıştı. Bu olay büyük bestekârımızı derinden etkiledi. 3. evliliğinden ise bir çocuğu oldu fakat o da 5 aylıkken öldü, daha sonra eşi onu başkalarıyla aldattı. Ondan da hemen ayrıldı. Bütün bu olaylar onun sevmeye yatkın ruhunda büyük acılar çekmesine neden oldu ve bir daha evlenmedi. Hayatının sonlarını çocukluğundan beri sıkıntısını çektiği astım ve yaşlılığın verdiği yorgunlukla yaşadı. 25 Kasım 1945 yılında da hayata veda etti ve İçerenköy mezarlığına defnedildi. Peyami Safa ‘Lem’i Atlı ile ilgili olan bir hatırasını şöyle nakletmektedir;

Lem’i Atlı’yı ölümünden birkaç ay evvel, Kadıköy vapurunda gördüm. Solgun bakışları yere doğru sarkmış ve belirsiz bir noktaya takılı, kendisini etraftaki madde ve hareket alemine bağlayan bütün  alâkalardan uzaklaşmış bir halde oturuyordu. Başında pek hafif ve dikkat edilmezse ritmik sallanışı farkedilmeyen bir kımıldama vardı. Gülümsüyor gibiydi. İçimde, O’nun yarım asır evvel bestelediği ilk şarkısının nakaratı, “ Bende tâkat kalmadı” bütün sesleriyle uyandı ve obsesyon halinde tekrarlanmaya başladı. Biraz sonra öğrendim iki, ben O’nun ilk şarkısını hatırlarken  O,orada içinden son şarıksını besteliyormuş. Kendisine, bir şarkıyı bestelerken evvelâ nakarata ait melodinin rehberlik edip etmediğini sordum. Olumsuz cevap verdi. Şarkının zemin, nakarat, meyan, bütün unsurlarıyla bir anda içine doğduğunu, sonra bunları kendisinin bir şarkı nizamına koyduğunu izah etti. O onda Lem’i Atlı’nın bir şarkıyı, bir zihni ameliye ile parçadan bütüne giderek değil, hakiki yaratmalarda olduğu gibi bütün cevherinden parçaya sirayet eden organik bir kavrayışla vücuda getirdiğini anladım.”

            Selahaddin Pınar ise şöyle anlatıyor:

“Evvelâ şarkının güftesini ezberledi. Belli ve muntazam bir şekilde değil. Gezerken, uyurken tesbit ettiği makamla şarkıyı geçer, ezberler, sonra nota bilen birine rastladığında bunu kaydettirirdi. Sesi çok kıvrak ve nağmeli olduğu için, şarkıları aşağı yukarı kendi sesine göre bestelerdi”

Son eserinin, “ Hastayım, yalnızım, seni yanımda, Sanıp da bahtiyâr ölmek isterim” mısrasıyla başlayan Hicâz şarkısı oluduğu bilinmekle beraber, yeğeni Şefik Keskin’in şu ifadesi dikkat çekicidir.
”Büyük dayım, Merhum Lem’i Bey’in son şarkısı, güfte Mustafa Nafiz’ e ait olan:

Leylâ mı acep nesin sen, beni mecnûna çevirdin,

            Ey gonca benizlim, ne çabuk kalbime girdin?

            Mehtâbı erittin gözünün şen seherinde,

            İçtin o alevden, bana sen aşkı içirdin

şarkısıdır.

Bestekârın son anına kadar yeğenleriyle ikamet ettiğini göz önüne alırsak, son eserinin yukarıdaki şarkı olduğu konusunda daha kuvvetli ihtimal doğmaktadır.

Şair Vecdi Bingöl’ün değerli bestekârımıza yazdığı Akrostiş şudur:

           

L âl olur bülbül, açar gonce, dudak hayrân olur,

            E lde mızrâp ürperir, tellerde hoş seyrân olur

            M est eder her beste rûhu, çağladıkça nağmeler,

            İ   nce bir kudretle hisler şi’rolur, elhân olur.

 

 

            A nlatılmaz bir güzellik, nazıl bir zevk-î tarâb

            T  itreşir dillerde binbir nağme, pür-lemân olur.

            L  âyıkî takdîr ü tekrîmdir üstâd Lem’i kim,

            I   zdırâbî, neş’esî dilden dile destân olur.

 

 

            Yakın dostlarından Semih Mümtaz onun için şunları söylemiştir. “ Bir gün bile evde durmazdı. Her Pazar ya Heybeli Ada’daki ya da Sarıyer’deki bir dostuna giderdi. Köşede bucakta kalmış eski dostlarını yoklardı. Tanburi Selahaddin Pınar’ı sık sık ziyaret eder, yemeğini orada yerdi.”

            Pehlivan güreşlerini çok seven ve tüm eski pehlivanları tanıyan Lem’i Atlı, gazetelerde yayınlanan pehlivan güreşlerinin öykülerini de büyük tad alarak okurmuş. Yine Batı Müziğine olan düşkünlüğü Carmen ve Rigoletto gibi operaları zevkle ve adeta ezberlemiş bir halde seyrettiği de bilinmektedir.

Bestekâr olarak büyük bir yeteneğe sahib olan Lem’i Atlı, geleneksel manâda kendisini çok iyi yetiştirmiştir. Küçüklüğünden başlayarak zamanının önde gelen bestekârlarıyla ve hanedeleriyle beraber olmuş, bu beraberliklerin onda geliştirdiği müzik anlayışı verdiği eserler ile, şarkı formunun en önde gelen bestekârlarından biri olmuştur. Hocası Hacı Arif Bey’in bulduğu Kürdi’li Hicazkâr makamı ve müsemmen usulüne, yapmış olduğu eserler ile büyük katkıda bulunmuş, adeta hocası Arif Bey’e olan hayranlığını ve vefa duygularını bu şekilde  ifade etmiştir. Bazı eserlerinde ki koyu duygu yoğunluğu, hayatında yaşadığı üzüntülerinin yansımasıdır. Çok sık gönül veren bir tabiata sahib olduğu bilinmektedir.

            Lem’i Atlı, 500’ün üzerinde şarkı bestelemiştir. Bu şarkılardan günümüze ulaşanların toplamı ise 170 kadardır. Fakat nota taraması yapıldığında, ona ait birçok eserin meydana çıkma ihtimali de yüksektir. Şarkılarını Leon Hancıyan, Selahaddin Pınar, Fulya Akaydın ve Suat Gün gibi müzisyenler notaya almıştır.